Futbolun en güzel yanı nedir bilir misiniz?
Adalettir.
Bir topun peşinden koşan yirmi iki insanın, aynı kurallar altında mücadele etmesidir.
Ama o kuralları uygulayan kişi, yani hakem, tarafsızlığını kaybederse…
İşte o zaman sadece maç değil, bütün bir spor kültürü kaybeder.
Bugün Türkiye’de bahis sektörü hızla büyüyor. Artık maç izlemekle yetinmeyen bir kitle var; “bir kupon da ben yapayım” diyor herkes. Ancak mesele taraftarın kupon yapması değil. Mesele, hakemlerin bu işin içine karışma ihtimali.
Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) kurallarında açıkça yazıyor:
> Hakemler hiçbir şekilde bahis oynayamaz, teşvik edemez, aracılık yapamaz.
Bu sadece bir kural değil, futbolun onur sözüdür.
Bir hakem maç yönetirken aklında “bu maçta kaç gol olur acaba?” diye bir düşünce varsa, o maç çoktan kaybedilmiştir.
Çünkü o düdük artık adalet için değil, çıkar için çalınır.
Belki bazıları “Ama böyle bir olay duyulmadı ki” diyecektir.
Evet, belki de duyulmadı.
Ama mesele sadece suçun işlenmesi değil; ihtimalinin bile güveni sarsması.
Futbolun büyüsü, insanların inancından doğar.
Bir hakemin dürüstlüğünden şüphe ederseniz, maçın skoruna değil, artık her karara kuşkuyla bakarsınız.
Dünyada bu konuda çok acı örnekler var.
İtalya’da “Calciopoli” skandalı hâlâ hafızalarda.
İngiltere’de hakemlerin bahis şirketleriyle gizli bağlantıları konuşuldu.
Bizim bu hatalara düşmememiz gerekiyor.
Çünkü futbol, bir ülkenin aynası gibidir; ne kadar adil yönetilirse, toplum da o kadar adil hisseder kendini.
O yüzden mesele sadece “hakem bahis oynadı mı oynamadı mı?” sorusu değil.
Mesele, bu oyunun güvenilirliğini koruyabilmek.
Hakemler sadece kuralları değil, adaleti temsil eder.
Onların duruşu, spora duyulan güvenin teminatıdır.
Bir futbolcu hata yapabilir, taraftar affeder.
Bir teknik direktör yanlış taktik verebilir, kulüp yollarını ayırır.
Ama bir hakem güven kaybederse, kimse o maça inanmaz.
Bu yüzden diyorum ki:
Hakemlerin elleri düdükte kalmalı, kuponda değil.
Çünkü futbolun tek kazananı adalet olmalı.