TENCERE

Böyle bir başlık görsem aklıma yemek tarifleri gelir, televizyonların gündüz kuşaklarındaki yemek programları gelir, gelin kaynana kavgaları gelir, kadına şiddet gelir, gelir de gelir. Bu başlık bir de beni çok eskilere, askerliğime götürür. Aman, gene mi askerlik anıları demeyin, askerlik anılarından neredeyse herkes bıkmıştır değil mi? Benim anılarımın da ilginizi çekmeyeceğinden yazımın gerisini okuma geçerseniz size gönül koymam, hak da veririm. Ama sabrederseniz sevinirim, bu anım sadece altı kelimeden ibaret; "Tencere dibin kara, seninki benden kara!" Niye askerlik anım? İlk orada duymuştum, o yüzden. 
Buraya kadar geldiğinizde göre geçip gitmediniz, ne güzel. Artık geleyim tencereye, geleyim televizyonlardaki gündüz kuşaklarına ve özellikle de kadına şiddete. Ben televizyonda saatlerimi geçiririm, dizileri izlerim, yarışma programlarını izlerim, spor programlarını izlerim, arasıra belgeselleri izlerim ama haberleri izlemem, bilirim ki onların çoğu gerçek değildir, abartılıdır, yanıltıcıdır. Peki haberler diye sorarsanız, onu da internette değişik kanallarda ve olabildiğince karşılaştırarak okuduğumu belirtivereyim. 
Sevdiğim, önemsediğim bir arkadaşım, "Televizyon yayınlarının toplum üzerindeki etkileri sence nelerdir?" diye sorduğunda yukarıda yazdıklarımı düşündüm ve tam ona yanıt verecekken bir televizyon dizisinin tanıtımı geçti ekranda. Söylemiştim ya ben çok izlerim diye, televizyon o sırada açıktı şimdi olduğu gibi. Önce sözleri çarptı kulağıma; "Senin aşkın değil sadece, failin olmak da varmış"  Yakından tanıdığım bir sesti, tiyatrodan, sinemadan, şiirden. Hemen kafamı kaldırıp baktım ekrana, Yılmaz Erdoğan'dı. 
Aman Allahım, bir cinayet, bir kadını katletmek bu kadar romantik miydi? Bir 'öğretmenin' cinayet işlemesi bu kadar estetik olabiliyor muydu?
Bu televizyon dizisinin nasıl ilerleyeceğini bilmiyorum ama şöyle bir balktım, tanıtımı izieyenler şimdiden otuz milyonu aşmış. Çok farklı görüşler var, ben sadece otuz saniyelik bir filmin toplumu nası etkileyeceğini merak ediyorum. Siz ne düşünüyorsunuz demeden önce bir mahkumla görüşmemde bana anlattıklarını aynen yazmak istiyorum, anlatırken o anını yaşıyordu, ben de sanki o imişim gibi...
“Merhaba hayatım.” 
Pabet’ime söylediğim son kelimeler oldu. O hiçbir şey söylemedi sadece baktı. Çok iyi tanıdığım bakışlarında sanki tüm sorunların çözüleceğinden dolayı bir sakinlik vardı. Buluştuğumuz ilk günkü gibi saf bir duyguyu tüm benliğimde hissettim. Bana sağ elini uzattı, ben de sol elimi uzattım, birer sevgili gibi ellerimiz kenetlendi. Gözlerini gözlerime dikti sanki benden sonsuza dek ayırmak istemiyor. Sağ elimi cebime soktum, elim soğuk demire dokundu. Arabadan inmeden namlusuna mermi sürdüğüm ve emniyetini açtığım Mab. Fırlatıp atacağım. Cebimden çıkardım. Fırlatıp atacağım, her şeyi sileceğim, Feza’yı da ve yoluma gideceğim. Ben kadına şiddet uygulayan, uygulayabilecek bir insan değilim, nasıl böyle bir şey düşündüm.
Birden aklım değil duygularım beni esir aldı. Sonsuza dek sürecek bir esaret. Görmüyorum, düşünmüyorum, hissetmiyorum. İşaret parmağım soğuk demir parçasının tetiğine hafifçe dokundu. Soğuk demir birden ateş gibi yanmaya başladı. Elimden kaydı, düştü. Pabet’im eski mutlu olduğumuz günlerdeki gibi sol elimi biran sıkıca kavradı. Sonra, birbirine kenetlenmiş ellerimiz gevşedi, Pabet’im yavaşça sendeleyerek dizleri üzerine çöktü. Hemen kavradım, kucağıma alarak ağacımızın altına oturdum.  Aşkım aman dikkat et düşmeyesin!  Üzerinde baş harflerimizin olduğu, yüzlerce yıl yaşayacak ağacımızın altında şimdi sarmaş dolaşız. O muhteşem yosun yeşili gözleri ile bana bakıyor. Güneş ilerilerde bulutların arkasından ortaya çıktı. Uzaktaki denizi, içinde olduğumuz parkı ve Pabet’imi kızıla boyadı. O muhteşem yosun yeşili gözleri bana bakıyor… 
O muhteşem yosun yeşili gözleri bana bakıyor... 
O muhteşem yosun yeşili gözleri bana bakıyor…"