Almanya, iki haftadır kara sınırlarında daha sıkı ve yoğun personelle yürütülen kontroller uyguluyor. Yeni Şansölye Friedrich Merz’in seçim vaadi olarak duyurduğu “düzensiz göçü ilk günden itibaren sınırlama” hedefi doğrultusunda, Federal İçişleri Bakanı Alexander Dobrindt (CSU) göreve başlamasının ardından tüm sınır hatlarında kontrolleri genişletti. Ancak bu uygulamaların ne ölçüde etkili olduğu tartışma konusu olmaya devam ediyor.

Almanya'da Cep Çekmeyen Noktalara Karşı Vatandaş Seferberliği
Almanya'da Cep Çekmeyen Noktalara Karşı Vatandaş Seferberliği
İçeriği Görüntüle

Federal polis teşkilatındaki personel sayısı 11 binden 14 bine çıkarılırken, sınır kontrollerinin ilk haftasında 739 kişi Almanya'ya girişte geri çevrildi. Bu kişiler arasında 51 sığınmacı bulunuyordu; bunlardan yalnızca 32’si reddedildi. Diğerleri ise çocuklar ve hamile kadınlar gibi “savunmasız” bireyler olarak ülkeye kabul edildi. İkinci haftada ise ret kararı verilen kişi sayısı 1.676’ya çıktı. Bunların 123’ü sığınma başvurusunda bulunmuş, yalnızca 87’sinin başvurusu reddedilmişti.

Ancak bu rakamların ne ölçüde anlamlı olduğu belirsizliğini koruyor. Aynı dönem içinde Almanya’daki sığınma başvurularının sayısında artış gözlemlendi. Federal Göç ve Mülteciler Dairesi (BAMF) verilerine göre, sınır kontrollerinin uygulandığı haftada 1.535 kişi sığınma başvurusunda bulundu; bu sayı, bir önceki haftaya göre daha yüksek.

Alman Entegrasyon ve Göç Araştırmaları Merkezi'nden Marcus Engler, sıkılaştırılan kontrollerin göç hareketlerinin yalnızca küçük bir kısmını etkilediğini belirtiyor. Engler, bu tür uygulamaların ürettiği verilerin hem sınırlı kapsamlı hem de şeffaflıktan uzak olduğuna dikkat çekiyor.

Göç Sayılarında Düşüş Var Ama Nedeni Sınır Değil

Federal Polis’in verilerine göre, Almanya’ya düzensiz giriş yapan kişi sayısı 2023 yılında 130 bin civarındayken, 2024’te bu rakam 80 binin biraz üzerine düştü. Benzer bir düşüş eğilimi 2025 yılında da sürüyor. Sığınma başvurularındaki azalma da dikkat çekici: 2023 yılında 350 bini aşan başvuru sayısı, 2024'te 250 binin altına indi. 2025'in ilk dört ayında ise yalnızca yaklaşık 50 bin başvuru kaydedildi. Mevcut eğilim devam ederse yıl sonuna kadar yaklaşık 160 bin sığınma başvurusu bekleniyor.

Avrupa genelinde de benzer bir tablo ortaya çıkıyor. Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı Frontex’e göre, 2024 yılında 240 bin civarında yasa dışı sınır geçişi tespit edildi. Bu sayı, bir önceki yıla kıyasla yaklaşık 150 bin daha az.

Azalmanın Gerçek Nedenleri Nerede Yatıyor?

Uzmanlara göre, Almanya’nın uyguladığı sınır kontrolleri göç rakamlarındaki düşüşte belirleyici bir rol oynamıyor. Asıl etken, küresel jeopolitik gelişmeler ve AB dış sınırlarında alınan önlemler. Alman Dış İlişkiler Konseyi'nden göç uzmanı Victoria Rietig, özellikle Suriye'deki görece istikrarın, bu ülkeden gelen sığınma başvurularının azalmasında etkili olduğunu vurguluyor. 2024 Aralık ayından bu yana Suriyelilerin sığınma taleplerinde keskin bir düşüş gözlemlendi ve 2025 Nisan ayında, uzun bir aradan sonra ilk kez başvuruların çoğunluğunu başka ülke vatandaşları oluşturdu.

Ayrıca Rietig, diğer ülkelerdeki siyasi gelişmelerin Avrupa’ya yönelen göç akımlarını doğrudan etkilediğini ifade ediyor. Örneğin ABD’nin Trump döneminde Venezuelalılara yönelik yasal erişim yollarını kısıtlaması, bu grubun Avrupa’ya – özellikle İspanya’ya – yönelmesine yol açtı. Bu nedenle 2025 baharında İspanya ve Fransa’ya yapılan sığınma başvurularında Almanya’ya kıyasla artış yaşandı.

Sonuç: Sınır Kontrolleri Sembolik mi?

Uzmanlar, sıkılaştırılmış sınır kontrollerinin göçmen akışlarını sınırlamada sembolik bir rol oynadığını, ancak kalıcı çözüm olmadığını belirtiyor. Gerçek düşüşler daha çok küresel gelişmelere, AB’nin dış sınır politikalarına ve kaynak ülkelerdeki iç dinamiklere bağlı. Şansölyelik Ofisi Başkanı Thorsten Frei'nin "Sınır güvenliği, devlet olmanın temel şartıdır" yönündeki açıklaması ise bu önlemlerin politik ve toplumsal sembolizmini öne çıkarıyor.

Özetle, Almanya'nın sınır politikası göçü tamamen durdurmasa da, kamuoyuna verilen siyasi mesajlar ve güvenlik algısının yönetilmesi açısından önemli bir araç olarak değerlendiriliyor. Ancak bu önlemlerin maliyeti, etkinliği ve uzun vadeli katkısı halen tartışmaya açık.