Ancak ülke, bu hayati kaynakların büyük kısmında dışa bağımlı. Özellikle enerji hammaddeleri ve kritik metallerde ithalat oranı neredeyse yüzde yüze ulaştı. Uzmanlara göre bu durum, hem ekonomik kırılganlık yaratıyor hem de siyasi riskleri artırıyor.
Enerji Dönüşümünde Yeni Tehdit: Dışa Bağımlılık Derinleşiyor
Almanya, sanayi ve teknoloji devi bir ülke olarak, yoğun miktarda hammaddeye ihtiyaç duyuyor. Ancak bu ihtiyaç, ülkeyi giderek daha fazla dışa bağımlı hale getiriyor. Dijitalleşmenin hız kazanması ve enerji dönüşümünün ivme kazanmasıyla birlikte kömür gibi geleneksel kaynakların önemi azalırken, lityum ve nadir toprak elementleri gibi stratejik hammaddelere olan talep hızla artıyor. Bu dönüşüm, Almanya’nın enerji ve sanayi politikalarında köklü değişimleri de beraberinde getiriyor.
Federal Jeoloji ve Doğal Kaynaklar Enstitüsü’nün (BGR) 2023 yılına ait Hammadde Durum Raporu, ithalata olan bağımlılığın çarpıcı boyutlarını ortaya koyuyor. Buna göre, Almanya'nın toplam hammadde ihtiyacının yüzde 68’i dış kaynaklardan sağlanıyor. BGR uzmanı Sandro Schmidt’in ifadesiyle, “Kum, çakıl, linyit ve bazı tuzlar hariç, neredeyse tüm hammaddelerde dışa tamamen bağımlıyız.” Bu durum yalnızca enerji kaynaklarında değil, metal ve nadir elementler gibi sanayi için kritik önemdeki alanlarda da geçerli.
Enerji ve Sanayi Güvenliği Tehlikede
Özellikle taş kömürü, ham petrol ve doğal gazda ithalat oranı %95’in üzerine çıkmış durumda. Taş kömüründeki bağımlılık 2019'dan bu yana %100 seviyesinde. Metal hammaddelerde ise yerli üretim neredeyse hiç yok. Bu tablo, çelik üretimi gibi temel sanayi kollarını ciddi anlamda dış kaynaklara mahkûm hale getiriyor.
Enerji güvenliği açısından kritik önemdeki bu kaynakların büyük ölçüde ithalata dayanması, Almanya'nın stratejik kırılganlığını artırıyor. Üstelik hidrojen gibi alternatif kaynaklara yönelim olsa da, bu projeler henüz geliştirme ve planlama aşamasında bulunuyor.
Kritik Hammaddeler: Çin ve Rusya’nın Gölgesi
Bir hammaddenin “kritik” olarak sınıflandırılması, yalnızca ekonomik değerine değil, aynı zamanda tedarik zincirlerinin güvenliğine de bağlı. Uzmanlara göre, eğer yüksek talep varsa ve bu madde az sayıda ülke tarafından sağlanıyorsa, pazarın tekelleşmesi kaçınılmaz hale geliyor. Almanya bu açıdan bakıldığında, özellikle Çin ve Rusya gibi ülkelerin siyasi ve ekonomik etkisine karşı kırılgan durumda.
Rusya-Ukrayna savaşı, Avrupa’nın fosil yakıtlar konusundaki bağımlılığını dramatik biçimde gözler önüne serdi. Öte yandan, Çin son yirmi yılda hammadde piyasalarının en etkili aktörü haline gelirken, geleneksel güçler — özellikle ABD ve AB ülkeleri — bu alandaki nüfuzlarını büyük ölçüde yitirdi.
2023 yılında küresel nikel talebi %8 artarken, bu artışın neredeyse tamamı Çin’in pil ve paslanmaz çelik üretiminden kaynaklandı. Bu da Almanya gibi ülkeler için tedarik güvenliğini daha da karmaşık hale getiriyor.
Avrupa'da Maden Yatırımı: Gerçekçi Bir Alternatif mi?
Yenilenebilir enerji kaynaklarının yaygınlaştırılması, Almanya’nın ithalata olan bağımlılığını azaltma açısından umut vadediyor. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için rüzgar türbinlerinden elektrikli araçlara kadar pek çok teknolojide kullanılan bakır, kobalt, nikel ve nadir toprak elementleri gibi hammaddelere duyulan ihtiyaç daha da artıyor.
Avrupa Birliği'nin Kritik Hammaddeler Yasası, bu maddelerin Avrupa topraklarında çıkarılmasını gündeme taşıyor. Sandro Schmidt’e göre, bu yaklaşım yalnızca ithalat risklerini azaltmakla kalmayacak, aynı zamanda daha kısa ulaşım rotaları sayesinde karbon salımını düşürecek ve Avrupa'da daha sürdürülebilir madencilik uygulamalarının önünü açacak.
Ancak teoride kulağa mantıklı gelen bu çözüm, pratikte pek çok engelle karşı karşıya. Yerel halkın onayı, yatırımcı ilgisi, çevresel standartlar, uzman iş gücü ve siyasi irade gibi unsurlar, Avrupa’da madenciliği yeniden canlandırmanın önünde büyük bir sınav oluşturuyor. Schmidt bu durumu şöyle özetliyor: “Yalnızca bir cevher yatağınızın olması yetmez. Bu işin gerçekleşmesi için devasa bir çiçek buketi gerekir.”
Stratejik Bir Dönüşüm Kaçınılmaz
Almanya’nın sanayi geleceği, hammaddelere erişim konusundaki bu zorlu dengeye bağlı. Küresel rekabetin sertleştiği, tedarik zincirlerinin siyasi gerilimlerle kesintiye uğrayabildiği bir dünyada, ülkenin dışa bağımlılığını azaltması yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda stratejik bir zorunluluk haline gelmiş durumda. Ancak bu hedefe ulaşmak için yalnızca teknolojik değil, toplumsal ve siyasi kararlılık da şart. Aksi takdirde Almanya, sanayideki gücünü uzun vadede riske atabilir.