Berlin, İsrail’in güvenliğine karşı tarihsel sorumluluğunu öne çıkarırken, iki devletli çözümden yana tavrını sürdürüyor.

Almanya'da yanlış parkı ihbar eden adam tazminat ödedi
Almanya'da yanlış parkı ihbar eden adam tazminat ödedi
İçeriği Görüntüle

Avrupa’da art arda gelen tanıma kararları

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda bu hafta dikkat çekici bir diplomatik gelişme yaşandı. Fransa, Belçika, Lüksemburg, Malta ve Andorra, Filistin’i resmi olarak tanıdıklarını duyurdu. Bu açıklamaların hemen öncesinde Birleşik Krallık, Kanada, Avustralya ve Portekiz de aynı yönde karar almıştı. Böylece Filistin’i tanıyan ülke sayısı 156’ya ulaştı. Bu adımlar, Filistin Yönetimi için uluslararası alanda büyük bir prestij kazanımı olarak görülürken, İsrail açısından diplomatik bir yenilgi olarak yorumlanıyor.

ABD ve İsrail ise bu sürece kesin bir şekilde karşı çıkıyor. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Filistin’in tanınmasını “teröre verilen bir ödül” olarak nitelendirdi ve Hamas’ın saldırılarını hatırlatarak uluslararası toplumu uyardı.

Berlin’in temkinli yaklaşımı

Almanya, Filistin’i tanıma konusunda temkinli bir duruş sergiliyor. Başbakan Friedrich Merz, geçtiğimiz ay yaptığı açıklamada, bu adımın şu an için mümkün olmadığını belirterek, “Tanıma, ancak iki devletli çözüme giden barış sürecinin sonunda atılacak bir adım olabilir” dedi. Ancak eleştirmenler, somut bir barış süreci ufukta görünmezken Berlin’in bu tutumunu “karar almaktan kaçış” olarak değerlendiriyor.

Gazze’de süren savaş ve on binlerce can kaybı, iki devletli çözüm ihtimalini daha da zayıflatmış durumda. Bu koşullar altında Almanya’nın bekleme stratejisi, uluslararası kamuoyunda tartışmalara yol açıyor.

Tarihsel sorumluluk ve antisemitizmle mücadele

Alman hükümeti, İsrail’e ilişkin politikalarında ülkenin Nazi geçmişinden kaynaklanan özel sorumluluğunu her fırsatta vurguluyor. Berlin, İsrail’in güvenliğini “devlet aklının” temel unsurlarından biri olarak görüyor. Başbakan Merz, Eylül ayında Münih’te yeniden açılan bir sinagogda yaptığı konuşmada antisemitizme karşı mücadelenin kişisel bir görev olduğunu ifade ederek, “Bir daha asla” ilkesinin kendisini bağlayan tarihi bir söz olduğunu dile getirdi.

Buna rağmen Merz, antisemitizmle mücadeleyi İsrail hükümetinin politikalarına yönelik eleştiriden ayırmaya çalışıyor. Yaz aylarında Almanya, İsrail’e yönelik silah ihracatını askıya aldı ve Merz, “İsrail’in politikalarını eleştirmek mümkündür, hatta gereklidir. Bu, dostluğa ihanet anlamına gelmez” dedi.

AB ve iç siyasetten artan baskı

Avrupa Birliği içinde de Almanya’ya yönelik baskılar giderek artıyor. AB Dışişleri Bakanı Kaja Kallas, Berlin’in İsrail’e yaptırımlarda daha kararlı bir tutum sergilemesi gerektiğini söyledi. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ise İsrail ile mevcut ticaret avantajlarının askıya alınabileceğini gündeme getirdi.

Almanya iç siyasetinde de görüş ayrılıkları büyüyor. Koalisyon ortağı SPD, yaptırım fikrine sıcak bakarken, muhalefetteki Yeşiller daha sert önlemler talep ediyor. Buna karşılık CDU ve CSU kanadı, tarihin tekrar ettiği uyarısında bulunarak, İsrail’e yönelik boykot çağrılarının antisemitizmi körükleyebileceği endişesini dile getiriyor.