Taner İşeri Yazdı; Zaman Geçiyor Ama Hiç Bir Şey Değişmiyor...

Sene 1995 Ankara’dayım. Yüksel caddesinde yürürken önlerine masa koymuş bir grup kadın, kadına yönelik şiddeti önlemek ile ilgili imza topluyordu. Yanlarına gittim, “Bir imza da sizden alabilir miyiz, meclise yollayacağız kadın şiddeti ile ilgili” dediler. “Peki ” dedim imzamı verdim. Sonra “ Ya toplumun içindeki şiddet dili için ne yapacağız, yani şiddetin her türlüsüne karşı çıkmamız gerekirken şiddette bile pozitif ayrımcılık yapmak zorunda bırakılıyoruz, evet kabul ediyorum kadınlar maalesef daha fazla şiddete maruz kalıyor lakin şiddete maruz kalan tek varlık kadın değil.” dediğimde ilkin bir afalladılar. Sonra içlerinden (sonradan avukat olduğunu öğrendiğim) biri “ Haklısınız beyefendi ama sizde takdir edersiniz ki bu sorun sadece kadınların ses çıkarması ile çözülecek bir konu değil, toplumsal bir hareket başlatılmalı, bizler hemcinslerimizin görmüş olduğu şiddete parmak basmak istedik.” dedi. Sonra devam etti “ Birçok dernek veya oluşum sosyal farkındalık yaratmak istediği alanla ilgili bir çalışma içinde, bizde isteriz seçimle bir yere gelen kişiler yapacakları kanunlarla kökten bir çözüm bulabilsinler tüm sorunlara” diye devam etti. Haklıydı söyleminde, bende farklı düşünmüyordum aslında, sadece aynı dili konuşup konuşmadığımız konusunda ikna olmak için bir pas atmıştım oradakilere. Aynı düşüncede olmanın vermiş mutlulukla oradan ayrılıp dost kitapevine girdim. Kafamda “toplumsal hareket” cümlesi kitapları karıştırmaya başladım. Evde çok kitap okuyan iki abla ile büyümüş, kadın dergileri ve kadına dair tüm kitapları okumuş, fazlasıyla feminist düşünceye sahip biri olarak bu toplumsal hareket nasıl yükselebilir diye kafa yormaya başladım. Sosyal medya gibi bir gücün olmadığı dönemde, Duygu Asena gibi aktivist bir yazarın bile ancak kitlesel hareketler yaratılabildiği yerde, on dokuz yaşında bir genç erkek olarak ne yapabilirim ki! diye düşündüm. Kadın olmak çok zordu, ama genç ve bu durumu sorgulayan bir erkek olmak çok daha zordu o dönemde. Etrafımda aynı yaşlarda olan arkadaşlarımın kadınlara karşı olan sığ bakış açılarını biraz daha iyileştirmeye çalışabildim sadece. Daha fazlasını yapmaya ne benim sabrım, ne de onların algısı müsaade ediyordu. Sonra stantta duran hanımefendinin söylediği bir diğer cümle geldi aklıma. “Yapacakları kanunlarla kökten bir çözüm” bu çok zor olmamalıydı aslında. Peki, öyleyse neden yapmıyorlardı. Kökten bir çözüm bulunamayan her sorun daha artar misali ne şiddet durdu, ne de kadın cinayetleri. Hükümetler, yerel yönetimler mi ne yaptı? Kadın sığınma evi açtı, yapılan suçları cezasız bıraktı, emekçi kadınlar günlerinde konserler, kadınlar günü matineleri düzenledi ve daha bir sürü saçma şey.. Ömrümün o tarihten sonraki otuz yılı belki bir değişiklik olur, bir şeyler düzelir umudu ile geçti. Sene 2025 İzmir. Yer Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi bir stant. Stantın önünde bir sürü kadın, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin önlenmesi ile ilgili imza topluyor, meclise verilmek üzere. “Bir imza alabilir miyiz” dediler. İmza verdim, tam bir şey söyleyecektim, sustum. Otuz sene önceki imzamı düşünürken kendimi yakın kitapevinde buldum.

Sonra dedim ki kendime, “Zaman geçiyor, ama hiçbir şey değişmiyor.