Taner İşeri Yazdı: “AH BENİM ZAVALLI FARKINDALIĞIM”
Son yıllarda literatürümüze yerleşmiş ve neredeyse hepimizin sıkça kullandığı bir kelime var: farkındalık. “Bir canlının çevresinde gelişen olayları algılama ve duyumsama becerisi” olarak tanımlanan bu güçlü ve özgün kelime hayatımıza girmeden önce ne yapıyor, onun yerine ne söylüyorduk acaba? Alın size yeni bir farkındalık…
Toronto Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmanın sonuçları, yıllardır yaşadığım bazı negatif tepkilere yeni bir bakış açısı kazandırdı. Araştırmadan bazı notları yazının sonunda paylaşacağım; lakin araştırma özetle şunu söylüyor: “Yüksek farkındalığa sahip insanlar algılarını kapatamazlar.”
Yirmili yaşlardan beri bende var olan bu durumun yüksek farkındalıktan değil de öfkeli ve huysuz birisi olmamdan kaynaklandığına iyiden iyiye inanmaya başlamıştım ki araştırma sonuçları imdadıma yetişti.
Madem yirmili yaşlardan bahsettik, biraz geçmişe dönüp bir farkındalık anısı paylaşmak istiyorum. Sene 1997, askerdeyim. Askerlik yapanlar bilir; askerlikteki badi sistemi can dostluğunu ve kader birliğini ifade eder. Üç yüz otuz kişilik bir komando bölüğünde askerlik yapmak, hem fiziksel hem de mental olarak oldukça zordur. Böyle zamanlarda kendine bilişsel ve duygusal olarak yakın hissettiğin biriyle bağ kurar ve bu bağ, sürecin biraz olsun kolaylaşmasına vesile olur. Bu yakın arkadaşlardan biri de badim Burak’tı.
Bir akşam, nöbettekiler hariç yaklaşık 320 kişiyle yemekhanede yemeğimizi yiyorduk. Televizyonda TRT açıktı ve haberlerde İstanbul’daki bir üniversitede gerçekleşen bir eylem gösteriliyordu. Polislerin öğrencileri copladığına şahit oluyorduk. Yemekhanedeki herkes dikkat kesilmiş, polisleri destekleyen tezahüratvari söylemlerle durumu onaylıyordu.
Tam o sırada Burak’la birlikte yüksek bir sesle,
“Ne vuruyorsunuz masum öğrencilere!”
diye bağırdık.
Bizim yükselmemizle yemekhanede bir anda ölüm sessizliği oluştu. Çünkü onlar için yeni hedef ortaya çıkmıştı. Üç yüz on sekiz kişi aynı şeyi düşünüyorsa bu mutlaktı; buna karşı çıkan bizler ise “vatan haini”. O gün, bir su birikintisinde Küçük Karabalık olmanın zorluğunu anladık. Onlara göre hayat, hatırı sayılır bir çoğunluğun aynı şeyi düşünüp aynı şeylerde birleştiği bir olgu olmalıydı. Üç yüz on sekiz kişi yanlış düşünüyor olamazdı. Alın size çoğulcu demokrasi(!)
Bu anlattığım yalnızca bir anı. Hayatım boyunca bunun gibi o kadar çok şey yaşadım ki anlatsam inanamazsınız. Hem iş hem özel hayatımda alternatif düşünce yapısına inanmaya, yeni ve daha sağlıklı bir dünyanın mümkün olduğuna dair inancımı sürdürmeye devam ediyorum.
Yazımı, değerli araştırmanın bir bölümünden alıntıyla bitirmek istiyorum:
“Çoğu insan takmamayı öğrenirken, farkındalığı yüksek biri bilişsel bir baskı hisseder; büyük bir yalanı kabul etmeye zorlanıyormuş gibi. Herkes düzensizlik içinde huzurlu görünürken, zeki insan insanlara değil, bozuk bir sisteme karşı içsel bir tepki duyar. Çoğunluğun sakinleşip ilgisizliği seçtiği bir dünyada, zeki bir insanın öfkesi canlı bir bilincin işaretidir. O körelmemiştir, kayıtsızlığı seçmemiştir. Hâlâ hissedebiliyordur ve bu, değişebileceği anlamına gelir. Ve değişebilen biri başkalarını da değiştirebilir.”
İşte böyle dostlar… Umarım bu yazı sizde de bir farkındalık yaratabilmiştir.
7 Kasım 2025