UMMALARIMIZ, SANMALARIMIZ

Siz bu yazının başlığını okurken ne umuyordunuz? Veya ne yazacağımı sandınız? Basit bir yazının başlığını okurken bile bir beklenti beliriyor içimizde, ne tuhaf. Yaşadığımız veya yaşamaya çabaladığımız bu hayat ummalar ve sanmalar arasında gidip gelen bir beklentiler sarmalı değil mi zaten?

  Ummak; olmasını istediğimiz bir şeyin olmasını beklemek iken, sanmak ise olma veya olmama ihtimalini kabul etmekle birlikte olacağına daha çok inanmak demek. Umut etmek, beklemek, gerçekleşmesini istemek... Yani ez cümle "İnanmak"...

İlahi açıdan inanmanın dışındaki tüm inanmalarda insanoğlu hep kısa süreli bir beklenti içindedir. Bir tek ilahi inanışta ölümden sonrasına dairdir beklentimiz. Bu beklenti odaklı hayatlar bizim daha keyifli, daha yalın ve daha mutlu yaşantılar sürmemize büyük bir engeldir çoğu zaman aslında. Mesela severiz birisini, onun da bizi bizim onu sevdiğimiz kadar çok sevmesini bekleriz, sanki   sevmeyi bizim kadar sevilerek öğrenmiş gibi. Hadi diyelim ki sizin kadar sevdi, bunun da yetmediğini söyleyip buna inanmak isteriz. Sonra bir ayrılık olur, " O beni benim onu sevdiğim kadar sevmemiş" deriz, sanki tüm ilişkileri sadece sevgilerin azalması bitiriyormuş gibi. Bazen seviyor sanırız, düşünüyor sanırız, onu da mutlu sanırız; aramasını, güzel şeyler söylemesini umarız. Halbuki her şey o kadar nettir ki hayatta görmek isteyene;

Az beklenti, çok mutluluk.